10 Kasım 2015 Salı

"An"

Eski bir fotoğraf.

Hani bazı şarkıların öyle bir yeri vardır ki içinizde bi'şeyleri cız ettirir. Bu da öyle. Öyle bir anın fotoğrafı çıkar ki bazen karşınıza, yutkunmak ne de farkedilir bir eylemmiş dersiniz.

Ellerimin arasında eski bir fotoğraf. Titreyen ellerimin tam arasında. Hatırlamak için aklımı tozu dumana kattım, yok. Hani ölümsüzleşirdi anlar fotoğrafla? Ne garip. Ölümsüzleşenin an olmasını istediğimizi kim söyledi ki?

Ben hatırlayamıyorum seni. 

Sesini, yüzünü, boyunu değil bahsettiğim. Onlar da yok ya olsun. Ben hatırlayamıyorum bendeki seni. Ne hissettiğimi, nasıl mutlu olduğumu. Güven mesela. Güven ne demek? Güvende olmak ne demek? Sorumun cevabını belki bu fotoğraftaki küçük kız biliyordur. Ama ben onu da hatırlayamıyorum.

Benim ellerim onlar. Tam da ellerinin arasında. Kolunun kanadının altında bir ben. Belki de benim en korunaklı yerimdi. Ama ben hatırlayamıyorum.

İçimde hep eksik bir yan var. Ne gittiğim yerlerle, ne edindiğim anılarla, ne mutluluklarımla, ne de etrafımdakilerle doldurabildim. Ne yaparsam yapayım bir taraf hep eksik kaldı. Ben büyüdüm o da büyüdü. İçimde hep bir yarış. Ne zaman zayıflar gibi olsam hemen beni geçer, beni sarar, çığ gibi üzerime devrilir eksikliğin. Arkasına mı sığınıyorum? Belki hiç önüne geçemedim. 

Ben hesaplaşamıyorum seninle.

Sınandığın acıya direnmek, kabullenmeden devam etmek için ne küçüktüm ben. İnsan 7 yaşında en çok hangisini daha iyi yapabilir? Oyuncaklarına isim takmayı mı babasının gidişini anlayabilmeyi mi?

Sanırım ikisini de yapamadım. Hatırladığım hiçbir oyuncağımın ismi yok. İçimdeki hissin adı olmadığı gibi. 

Ben eksiklerimi yamalayamadım. 

Olsan ne güzel olurdu..