24 Aralık 2012 Pazartesi

" Çocuk Dilek "


Değişmesini dilediğimiz, sahip olmayı istediğimiz tonla şey varken,
Birbirimize hırsla, öfkeyle, art niyetle yaklaşırken,
Kendimizi görmektense karşımızdakini suçlamak çok kolayken ve dileklerimiz iyilikten kötülüğe dönmeye hızla devam ediyorken..

Bakın bir çocuk ne diliyor..

En masum, en içten haliyle.

Çocuk olmak ve hayal kurmak! Hepimize ilham verse..




10 Kasım 2012 Cumartesi

" Bir Derde Düşmüşüz.. "



        Hep daha fazlasını almak istiyoruz birbirimizden. Karşımızdakinin sevgisini, ilgisini, fikrini, hayallerini ve daha nesi varsa korkunç bir açlıkla istiyoruz. Yetinmiyoruz bir türlü. İlle de birbirimizin sınırlarını aşmaya çalışıyoruz. Ne aldıklarımız yetiyor ne verdiklerimize kıyabiliyoruz. En bencil kıyafetlerimizi giyip, en masum savunmalarımızı ezberleyip çıkıyoruz meydana. Bu bir savaşmış ve biz neyi koparsak karmış gibi harcıyoruz her şeyi. Kendimizi oturttuğumuz o tahtlardan inebilirsek ve ‘almak’ eyleminden sıyrılabilirsek işte o zaman hafifleyeceğiz. Yormadan, yorulmadan yaşayacağız. Almaktansa eşlik edebildiğimiz gün bir anlam kazanacak dostluk, sevgililik. Sadece bir kelime ve beraberinde gelen alıp vermelerden ziyade bir gerçekliğe dönüşecek. Bizse en çok en yakınımızdakinden başlıyoruz yemeye.  Önce ilgisini çekiyoruz, sonra dahasını istiyoruz. Biraz sabrından çalıp biraz da inandıklarından koparıyoruz. Ufak ufak başlamışken bir bakmışız yakasına yapışmışız. Sevdiğimiz insanlara içimizden gelerek yaptığımız davranışların bile karşılığını istiyoruz. Annemizden, babamızdan, kardeşimizden, arkadaşımızdan, sevgilimizden.. Bir tek kendimizden alamıyoruz alacağımızı. Bir de normallikten alamıyoruz nasibimizi o ayrı. Büyük kötülüktür insanın insana yaşattıkları ve daha büyük kötülüktür insanın kendine yaşattıkları. Bu almalar vermeler, öfkeler, hesaplar. Tutup kolundan kaldırmaya değil itip düşürmeye bakıyoruz. Sahip olmadığımız hakları söke söke almaya çalışıyorken karşımızdakine hak ettiğini yaşatmayı akıl edemiyoruz. Sevgisine, huzuruna, hayatımıza kazınmış izlerine gülümseyerek bakamıyoruz. Bir derde düşmüşüz dilimizde hep aynı soru. Neden daha fazlasını yapmıyor? Sınırları zorlamaktansa yamacına sığınmayı, kırıp dökmektense gurur duymayı, öfkelenmektense daha sağlam sevmeyi, susup dinlemeyi, düşünüp konuşmayı bir öğrenemedik. Duramaz ki insan. Durduramaz kendini.  Aklının ipini duygularına bağlayıp bıraktıkça da durmayacak. İçini kemiren bir canavar besliyor her insan ruhunda. Yaralar açtırıyor hem de çoğu sebepsiz. Sonra başlıyor bedelleri ödetmeye. Ektiğini biçmeye başlayınca vicdan sızlatıyor. Hangimize yeter? Bir aşk için kaybedilen dostluklar mı dersin, bir dost için affedilmeyen aşklar mı ararsın, gücendiğin kardeşini mi sorarsın. Hepsi insanın yüreğinin en sıcak yerinde. Ne yaparsak yapalım gerçek sevgiler bitmez sanıyoruz ya hepimiz. En büyük ortaklığımız bu zavallı inançtır. Gerçek olan kenarında köşende sana eşlik edendir. Bir gördüğüyle seni arkasında unutmayandır. Hırpalaya hırpalaya seni senden almaya çalışan değil, sana seninle eşlik edendir. Herkese gerçek dostlar, gerçekler aşklar, gerçek sevgiler dilerim…


                                 Ve dinleyelim..  ---->    " Mehmet Erdem - Yalan "











                                                                                      

26 Eylül 2012 Çarşamba

" Yarın görüşürüz! "

Vicdanın varsa yerin yok bu hayatta.
Arkadan iş çeviremiyorsan, nabza göre şerbet veremiyorsan hele hiç yok.

Doğru bildiğini söyleyip yanlış gördüğünden uzaklaşıyorsan, kırılıp gücenip içine kapanıyorsan yerin yok öyle kolay kolay.
İnandıkların, çabaların anlaşılamıyorsa ya da sen onları hiç anlatamıyorsan zaten yok yerin.
Yaşattığın görülmüyor, yaşatmadığın dilleniyorsa eğer ipin çekilmiş demektir çoktan.
Hepsine rağmen direniyorsan, düşüp düşüp tekrar kalkıyorsan sonra yine düşürülüyorsan unut yer edinmeyi.
" Biz demiştik. " diyebilmek için kol geziyorsa birileri etrafında, seni suçlu seni haksız göstermeye yemin verdiyse, sen düştükçe birileri güçleniyorsa eğer bu yaşadığın hayat senin değil demektir.
Sevdiklerinin en iyisiyken, bir kaç aklın en kötüsü oluyorsan senin değil o yaşadığın hayat.
Ama etraf bu kadar karanlıkken tutunabiliyorsan bir ele, belleyebiliyorsan sözlerini, kazıyabiliyorsan gözlerini içine işte o hayat seninki.
Gururun, erdemlerin git derken 'gitmek' yarı yolda bırakmak gibi ağrına gidiyorsa tam da bu senin hayatın.
Her pes edişinde geri dönüyorsan, hep sen kazanıyorsun aslında.
Dost diye bildiğin ise eğer senin ipini çeken ve bunu görüp koşa koşa kaçıyorsan, sen kazanıyorsun aslında.
Düşe kalka, eleye elene büyüyorsun hem de.
Dostunu senden korumaya çalışıyorlarsa eğer, sen daha çok seviyorsun demektir.
Ne olduğunu anlamadığın bir oyunun kötü karakteri olarak yazıldığın halde korkmadan hala ordaysan eğer, yarın da ordasın.
Diğer gün de.
Sonraki gün de.
Ve kendi hayatımı kendim yazıyorsam, bunun karşısında duracak güç tanımıyorsam, kalbime sığınıp sizi bile görmüyorsam buradayım ben. Bugün de buradayım.
Ve diyeceğim şu ki : Yarın görüşürüz!


2 Eylül 2012 Pazar

" Çivi çıkar ama yeri kalır. "



İnsanım ben. 
Büyük öfkeler, büyük olgunluklar, büyük tahammüller içimde.
Kocaman sözler ağızlarda. Hakaret insanın en doğal hakkı olmuş gibi.
Hayatında hiçbir yeri olmayan insanlar en önde konuşur olmuş. En çok saygı bekleyen.

İnsanım ben. 
Büyük sabırlar, büyük sessizlikler, büyük kırgınlıklar içimde.
Kocaman sözler ağızlarda. Hırpalamak insanın en doğal hakkı olmuş gibi.
Hüküm vermek, had bildirmek bir sevap işler gibi olmuş.

Birbirimizin üstüne basıp kendimizi boğulmaktan kurtarmaya çalıştıkça.. İnsan mıyız yani?
Acıtıp kırdıkça, susup izin verdikçe, durmayıp zorladıkça.
Daha mı insanız? Daha mı iyiyiz?
Karakter tatmini belki de sadece.

Mantıktan uzak, öfkeye, zarara, art niyete yakın insan olunuyorsa eğer artık..
İnsan değilim ben.

Kontrolü kaybetmek, hiç hakkın olmayana kendinde hak görmek, dilinin erişmemesi gerekene laf söylemek insan yapıyorsa eğer artık bizi.. 
İnsan değilim ben.

Birbirimizi satıp, yalanlar söylüyorsak biz eğer, 
Kendimizi kurtarana kadarsa dürüstlüğümüz,
Vicdanımız kulağımızı sağır etmişse artık,
Kendimize insan demeye gücümüz yeter mi?

Ya da insan olmak en basiti, insanlık en zoru.

Üslup insanın etiketi. Öfke ise karakterin özü.

Bir de hafıza en büyük zayıflığı insanın. Ne yapsan unutmuyor, ne yapsan geri sarmıyor. Kulağında kalıyor çığlıklar, içinde kalıyor acılar ve gözünün önünde duruyor tüm öfkeler. 

Koşarak da kaçsan, arkana bile bakmasan da ya da kalıp dindirmeye çalışsan da hep aynı. Ne eksiliyor, ne diniyor. Herkes en büyük haklara sahipken sen sadece duruyorsun bir köşede. Aklına sığsın diye. Önce için alsın diye. Ama olmuyor. 

Öyle ya ; " Çivi çıkar ama yeri kalır. "

Tıpkı bizde olduğu gibi.

Peki hangimiz daha insanız şimdi?



26 Haziran 2012 Salı

" Kadın, Çocuk ve Adalet "


     İki kadınla tanıştım. Hikayeleri aynı, izleri farklı iki kadın. 

              İkisi de boşanmış, ikisinin de bir oğlu var. Biri köyde büyümüş, okul yerine tarlaya göndermişler. Oradan da kocaya. Sorgusuz sualsiz, fırsat bile tanımadan seçmeye belki de. Bir çocuk ardından. Hikayenin tek güzel şeyi sanki. Ve onu en çok ezen şeyi. Yetemediğimi gördükçe "Allah'ım neden verdin onu bana diyorum." diyor. Dudakları titriyor, gözleri dolu dolu. 19 yaşında bir oğlu var. Onun için katlanıyor dayaklara, hakaretlere, mutsuzluğa. İki sene önce tak ediyor canına boşanıyor. 40 yaşından sonra çalışmaya başlıyor. Temizlik için başvurduğu yer aynı zamanda bilgisayar başında duracak birini de arıyor. Yapar mısın diyorlar kabul ediyor. Aynı paraya iki iş yapıyor. Kendi tabiriyle " 17:30'a kadar prenses, sonrasında 18:30'a kadar külkedisiyim ben. " diyor. Eşinden nafaka alamıyor. Hakkı var ama vermiyor işte. Almaya çalışıyor, eşi öz oğlunu rahatsız etmeye başlayınca vazgeçiyor paradan puldan. Oğlunu alıp baba evine dönüyor. Tek göz odaya sığdırıyor acısını da, yüklerini de. Tarlaya da çıkıyor yine. Çalışmaya ara yok, çalışmayana aş yok diye. Bir iş buluyor oğlu gidiyor yanından. Gündüzleri uyuyup geceleri başkalarının yatlarına, teknelerine göz kulak oluyor. Bir yandan da sınavlara çalışıyor. Üniversite hayalleri dinmiyor. Aslında kayıtlı bir okula ama dondurmuş. Uzakta yaşamak zor çünkü deniyor şansını. Bir kenarda kalmış bir şans vardır belki onun için diye. Tutunmaya çalışıyorlar bir yerinden hayata. Pişmanlıklar, kırgınlıklar, acılar, yorgunluklar, yetersizlikler eşliğinde. Zor..

             Diğeri şehirde büyümüş. İyi bir evlilik yapmış. Her şeye sahip eskiden beri. İmkanlarına rağmen okumamış. Kendi tercihi o da. Bir oğlu var 20 yaşında. Bir kaç kez ayrılmayı deniyor oğlu için vazgeçiyor. En sonunda bitiriyor. Her şeyi bırakıp ayrılıyor. Nafaka istemiyor, ev istemiyor. Çünkü ailesinin gücü var. Bir göz odaya dönmüyor oğluyla. Kendilerine ait bir eve yerleşiyor. Çalışmıyor. Oğlunu özel üniversiteye gönderiyor. Eksiği yok, şükrediyor. 21 senelik evliliğinin ardından bir oğluyla devam ediyor yoluna. Ailesi arkasında tam destek. Geçim derdi çekmiyor, oğluna yetemediği için uykuları kaçmıyor. Ama o da pişman okulu tamamlamadığı için, o da kızgın. Kendine kızgın. Ama hayat yolunda pek sesi çıkmıyor.

             İki çocuğa da babası yardım etmiyor. Maddi, manevi ihtiyaçlarını karşılamıyor iki 'baba' da. Kadın Hakları diye anlatmaya çalışıyoruz ya biz birilerine. İşte onlar da o 'babaların' kafadan. Ne kadını tanıyor ne çocuğunu. Kadın yerine çocuk yerine haklardan konuşuyorlar ya birileri en çok onlar anlamıyor bu işten aslında. Planlı bile doğsa çocuklar yollar değişiyor, hayatlar karışıyor. Bir anne kalıyor yanına, bir de adaletsizlik.

              Kadın olmak zor. Çocuk olmak da zor bu ülkenin koşullarında. Daha doğmadan haklar tanımaya çalışsalar da zor çocuk olmak.

              'Adalet' bu iki hikayenin neresinde ? Ya da şöyle soralım.



              'Babalar' bu hikayelerin neresinde ?

15 Şubat 2012 Çarşamba

" Var mıdır bundan öte aşk? "

Bir bayram sabahı sessiz, beklentili.
Bayramları en çok mezarlıklar sessizdir. Biraz esinti biraz yaprak çıtırtısı.
İnsanı aleminden ayıran o havası.
Titreyen ellerimin arasında çiçeklerim, burnumda kokusu.
İçimde telaşlı bir sızı.
Yüreğimi göğe açıp dua ediyorum, dudaklarım kıpır kıpır.
Bayramları en çok mezarlıklar sessizdir. Biraz esinti biraz yaprak çıtırtısı.
..

Gözlerimi açıyorum, uzakta yaşlı bir kadın. Yanına yürüyorum, sesleniyorum. Duymuyor bile beni. Elinde bir hortum hızlı hızlı gidiyor. Yetişiyorum. Anıların, acıların ağırlığından çökmüş omzuna dokunuyorum yavaşça. Çizgilerin arasında masmavi bir deniz gözleri. İnsanın içine işliyor. Yardım etmek istiyorum ama öyle emin ki kendinden bırakmıyor bana. Konuştukça sesi gözlerine, gözleri yüzüne, yüzü ellerine dökülüyor. Hortuma sarılmış buruş buruş ellerine. Bembeyaz saçları, masmavi gözleri. Gökyüzü ve bulutlar o gün mezarlığa inmiş belli ki.

Babama geldim ben diyor. Türkiye’nin ilk hava subaylarından..

Var mıdır bundan öte aşk?


3 Ocak 2012 Salı

" İnsan "

Ne garip insan olmak. Onca duyguyu bir arada barındırabilmek.
Kızmak, gücenmek. Sonra durup özlemek..
Kontrol edememek. En çok ta bunu sevmek..
Öfkelerin kalesinden sakin suları izlemek insan olmak.
Rüzgar nereden eserse ona bürünmek sorgusuz sualsiz.
Ve sığınmak..