16 Haziran 2016 Perşembe

"Sana imrendim çocuk!"



Büyüdükçe o kadar çirkin şeyler görüyoruz ki.

Savaşı öğrendik mesela, savaşın ne olduğunu. Öldürmeyi, tecavüzü, tacizi, baskıyı, hakareti, zulmü.

Korkunç!

Hırsı, kötülüğü, merhametsizliği, ihaneti, arkadan konuşmayı, acıyı, öfkeyi, yalanı.
Berbat!

Kalp kırmayı öğrendik, kırılan kalbimizi 5 dakika sonra peşinden koştuğumuz topla onaramamayı.

Kabus!

Sadece "çocuk" olma vasfından çıkıp cinsiyetinin getirdiği mahalle baskısını öğrendik. 

"Erkek dediğin şöyle olmalı, kadın dediğin böyle durmalı."

Oysa ne güzeldik çocukken! Renkleri biliyorduk mesela, rengarenk şeyleri görünce seviniyorduk. Sesleri biliyorduk, dinlemekten, duymaktan, avaz avaz bağırarak tekerleme söylemekten kendimizi alamıyorduk. Dünyanın en basit oyuncağıyla mutlu olabiliyorduk. Yenilmemiştik o zaman daha tek düzeliğe. Başkalarıyla kendimizi yarıştırma hırsına düşmemiştik.

Sana imrendim çocuk! Arkana yaslanıp keyifle çıkardığın seslere imrendim. Seni gördüğüm anda yüzümde beliren gülümsemeye imrendim. 

Fotoğrafı görünce içimdeki huzurun bir anda kaosa dönüşüp bana bunları yazdırmasına.. Ne desem.. Kötü bir yer mi artık dünya? Nefes aldırmıyor mu bize?

#24022016 #benbirruyagordum

10 Kasım 2015 Salı

"An"

Eski bir fotoğraf.

Hani bazı şarkıların öyle bir yeri vardır ki içinizde bi'şeyleri cız ettirir. Bu da öyle. Öyle bir anın fotoğrafı çıkar ki bazen karşınıza, yutkunmak ne de farkedilir bir eylemmiş dersiniz.

Ellerimin arasında eski bir fotoğraf. Titreyen ellerimin tam arasında. Hatırlamak için aklımı tozu dumana kattım, yok. Hani ölümsüzleşirdi anlar fotoğrafla? Ne garip. Ölümsüzleşenin an olmasını istediğimizi kim söyledi ki?

Ben hatırlayamıyorum seni. 

Sesini, yüzünü, boyunu değil bahsettiğim. Onlar da yok ya olsun. Ben hatırlayamıyorum bendeki seni. Ne hissettiğimi, nasıl mutlu olduğumu. Güven mesela. Güven ne demek? Güvende olmak ne demek? Sorumun cevabını belki bu fotoğraftaki küçük kız biliyordur. Ama ben onu da hatırlayamıyorum.

Benim ellerim onlar. Tam da ellerinin arasında. Kolunun kanadının altında bir ben. Belki de benim en korunaklı yerimdi. Ama ben hatırlayamıyorum.

İçimde hep eksik bir yan var. Ne gittiğim yerlerle, ne edindiğim anılarla, ne mutluluklarımla, ne de etrafımdakilerle doldurabildim. Ne yaparsam yapayım bir taraf hep eksik kaldı. Ben büyüdüm o da büyüdü. İçimde hep bir yarış. Ne zaman zayıflar gibi olsam hemen beni geçer, beni sarar, çığ gibi üzerime devrilir eksikliğin. Arkasına mı sığınıyorum? Belki hiç önüne geçemedim. 

Ben hesaplaşamıyorum seninle.

Sınandığın acıya direnmek, kabullenmeden devam etmek için ne küçüktüm ben. İnsan 7 yaşında en çok hangisini daha iyi yapabilir? Oyuncaklarına isim takmayı mı babasının gidişini anlayabilmeyi mi?

Sanırım ikisini de yapamadım. Hatırladığım hiçbir oyuncağımın ismi yok. İçimdeki hissin adı olmadığı gibi. 

Ben eksiklerimi yamalayamadım. 

Olsan ne güzel olurdu..


18 Ağustos 2015 Salı

"İmdat, panik!"

Böyle tam içinizin ortasında, göğüs kafesinizin en içinde bir bando takımı son sürat çalıyor. Hayal edin! Hangi sesi yakalasanız, hangisine yetişseniz, vuran ayak sesleri mi dersin farklı farklı periyodik hareketler mi dersin! Kafanı ne yöne çevirsen bir diğer yön deli gibi çağırıyor. Tam o anda bas çığlığı, sussun sesler, donsun her şey! 

İşte tam da böyle hislerin arasında, panik atağımı sevgiyle selamlıyorum.

İlk aklına gelen koşa koşa gitmek insanın. Aklın, için, dışın hiçbiri yetişemesin hızına, sen koş git. Ama ne mümkün. Nefesin sana bile yetmiyor o an. Dünyan 453 defa yıkılıp yeniden kuruluyor, tüm trajedik olaylar başından gelip geçiyor, sen yeniliyor sen düşüyor sen kalkıyorsun yeniden. Hem de bazen birkaç saniye içinde bazen de birkaç dakika! Ödüllü filmler falan boşuna. Bir atakla Oscar'a her daldan adaysın tek başına!

Öyle kalabalıklar arasından koşup uzaklaşabilsen yine iyi. Sen bir de koş bakalım kendinden uzağa. Kendine çarpa çarpa koşar mı insan hiç? Koşar! Çaresiz bir döngünün içinde, ne iyi gelir çabası cebinde, aklın olmuş darmaduman, yürekte bir çarpıntı hali. Göğüs kafesini ellerinle zorlayıp azıcık aralayıversen tüm dertler sona erecekmiş gibi.

Ama öyle geçmiyor. İplerin senin aklının içinde. Serbest bırakmak da senin elinde çekip koparmak da.

Her seferinde normale dönüyorsun. Kalbin durulur, aklın sessizleşir, nefesin geri gelir. Ama sen her seferinde başka biri olursun anlamadan. Seni bu hale getiren, üzen, yoran, kıran, zorlayan, bünyende onca alarmı aynı anda çaldıran her neyse hafiften sezmeye başlarsın. Sezdikçe savaşın artar, yenileri eklenir. Eklendikçe biraz daha anlarsın, biraz daha şekillenirsin. Biraz daha "Sen" olursun. 

En zayıf, en çaresiz, en dipteki hallerin seni daha güçlü kılar bir sonraki adımlarında. 

Korkma. Kendinden korkma. Göze alabileceklerinden, kaybedeceklerinden, kazanacaklarından, gideceğin yollardan hatta seçeceğin yollardan, hatalarından, risklerinden, başarısızlıklarından korkma. Onlar büyütüyor seni, güçlendiriyor. Yalnızlaştırıyor doğru ama sana seni sevdiriyor. Kendinden başka limanın olmadığını, en güvenli yerin dönüp dolaşıp sen olduğunu anımsatıyor. Pek naifçe fısıldamıyor bunu kabul. Ama şöyle temelden sarsılmadan kendine gelemiyor insan malesef. 

Diyeceğim o ki, sırtını başkasına değil kendine yasla. Düşsen de tutan kaldıran yine sensin, farket.






6 Ağustos 2015 Perşembe

"Yanılsama"

İnsanın görmek istemediğini görmemesi aptallık mı? Yoksa aklımız kendimizi dahi kandıracak kadar kuvvetli mi? Ya da tüm bunlar muazzam bir yanılsama.

Bazı şeyler tam da kalbimizin fısıldadığı gibi olsun diye gözümüz bir perde indiriyor hayatımıza. Görmek istediklerimiz, duymak istediklerimiz, yaşamak istediklerimiz.. Sımsıkı bağlanıp hep kendi kalıbımıza sığdırmaya çalışıyoruz olanı biteni. Çünkü öylesi uçuruyor kalbimizin kuşlarını, gerçekte olan değil. Düştükçe kalkmak, kırıldıkça yamalanmak hep bundan. Hem de en hızlısından. Peki aslında hiç de güzel olmayan tüm o şeyleri insan nasıl da güzelmişçesine sahiplenebiliyor? Hangi duygunun esiri oluyoruz böyle? Başkalarını bırak kendini bile kandırabilecek kadar güçlü olan nedir? Ben bulamıyorum yanıtını. Bazı duygular ve bağlılıklar insanı olduğu yere çivileyiveriyor. Siz başka, kararlarınız başka, tavırlarınız başka, sesiniz bile başka belki. Ama bakış açınız aynı. En zor kısmı da bu sanırım. Her şeyi bilip, farkında olup -mış gibi yapmak.Çok şey öğreniyor insan bir de. Sanki o zamana kadarki tüm defterler bir yandan temize çekiliyor. Hiç sorgulayamadığın sanılan bu dönemde kendinle tanışıyorsun. Çünkü dışın başka, için başka. İçinde bir sen varsın kendinle, başbaşa. Dökülen tüm kelimeler sekmeden sana deyiyor. Akıl susmaya özenli ama kalp duymadan edemiyor. Tuhaf bir his. İçindeki sen, dışındaki sen'e baktığında koşarak gitmek istiyor ama ayaklarında prangalar, dilin ise lal olmuş. Belki de biliyor insan. İçindeki, dışındakine ulaşabildiğinde tüm gemiler yanar. Durduran her neyse -sevgi, bağlılık, aşk- körelecek bir gün. Belki kendi ipini çekmiş olacaksın, belki de boğazındaki düğümü çözmüş. İyi ki'lere gölge düşürüyorsa keşke'ler neden'ler ve anlamı bilinmeyen sıkıntılar, kalbi kıran öfkeler sizi mutluluktan çok mutsuzluğa sürüklüyorsa.. 


Alarm çalıyor demektir.


İçiniz, dışınıza denk hatta tam da içinize denk sebepleriniz olsun güzel bir hayat için. 


Sesinizin titremesi kalbine dokunanlar olsun etrafınızda. 


Bazı rüyalardan uyanmak acıtır ama rüya olduğunu bilerek devam etmekten daha az acıtır.


17 Temmuz 2015 Cuma

" İyi bayramlar! "

Ezbere takılan, duydukça basitleşen bayram cümlelerini tam yürekten söyleyelim mi bu kez? "Dargınların barıştığı, sevdiklerinizle olduğunuz.." Aslında hepsi ezber bozduran. Kırgınlıkların tamiri, herşey kenara bırakılıp uzatılan eller, yüce yürekli olmanın ilk adımı, sadece bayrama değil her güne yakışan.

Yaşınız ister küçük olsun ister büyük, yaşanmışlıktır insanı büyüten. Bayramlarda hem sıcacık elleri öpüp alnınıza yaslamak hem de soğuk mezarlıklarda yanağınızdaki gözyaşını silmektir insanı olgunlaştıran. Hırsla, öfkeyle, bir koşuşturmaca içinde düzene takılıp omuzlara bindirilen yüklerle bürünmüşken bir anda duruverir zaman bayramlarda. İnsana insan olduğunu hatırlatır. Hayatta hiçbişeyin sağlıktan, aileden, sevgiden, merhametten değerli olmadığını..

Sevdiklerinize giderken yol kenarında o gün bile çalışmak zorunda olan çocukları gördüğünüzde, hastanelerde bir nefes dahası için dua edenleri anımsadığınızda, bayramda ellerini bir avuç toprağa dokundurmak zorunda olanları anladığınızda, sadece kendinize değil diğer insanlara, canlılara, doğaya hassasiyetinizi arttırdığınızda.. Birkaç gün değil hergün bayram hepimize.

Keşke'ler biriktirmemek için omuzlarınızdaki yükleri atın, yüreğinizi azad edin. İyi ki'ler dolansın dilinize, hiç bitmesin. İyi ki'ler duysun kulaklarınız, birileri sizin için iyi ki ile başlayan cümleler kursun. 

Mutlu bayramlar, mutlu bir ömür için önce içimizdeki insanın bayramını kutlayalım, elini öpüp başımızın tacı yapalım. 

"Sonrası iyilik, güzellik."

İyi bayramlar!

21 Haziran 2015 Pazar

"Sonrası iyilik, güzellik"

Öfke, insanın zehri.

Damarlarında gezip cayır cayır yakanından, iyilikten uzaklaştıranından.

Tüm güzel yollarda gözleri bağlayan, kendinden başlayıp etrafını da yakıp yıktıran, insanın en büyük düşmanı yüreğindeki öfke.


Sevgi, insanın panzehiri.

Ama takıldığın ilk taşta biteninden değil, her koşulda gitmeyeninden.

Tüm dikenli yollardan geçmeni sağlayan, zor zamanlarda omuzlarındaki yükü üstlenen, insanın en büyük kurtarıcısı yüreğindeki sevgi.


Huzur, insanın kalkanı.

Etrafında ne kadar şey varsa seni bir çizginin arkasına alan, sakınan saklayan.

Korktuğun, üzüldüğün, kırıldığın, kızdığın her şeyin arasından sıyrılmanı sağlayan, gözünü açtığın güne şükür ettiren, insanın en eşsiz kaçışı yüreğindeki huzur.


Başıma gelmez, bana olmaz dediğin varsa hiç deme. İnsan olmanın en zayıf noktası, ne olacağını hiç bilememek. Ama tutacağın bir el varsa hep geçersin o yollardan. Daha iyisini bildiğin için sabredersin, inandığın için direnirsin. Çünkü sevdiğin için güçlüsün. Sevebildiğin, sevilebilediğin için en güçlü sensin. Kini yüreğinde soğutup seni yakmasına izin vermedikçe güçlüsün. Başka sözleri, sesleri duymadıkça güçlüsün.


İyilikten konuştukça iyilik gelir, hep inandım. Kötüyü çağıran biziz, bu da kendimize en büyük kötülüğümüz. Kötüyü konuştukça gelir, en önce yüreğine yerleşir, içine yayılır. Hayatın hep kötü, etrafın hep kötü, tüm olaylar hep kötü ve sen hep bunlara maruzsun sanırsın. Öyle değil o ama. Benim en büyük inancım iyilikten iyilik gelir. Sevgiyle dokunduğun, naifçe konuştuğun, sakince dilediğin sürece gelir gerisi.


Ne güzel demiş Abasıyanık; “Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey.”


“Bir insanı sevmekle başlayacak her şey; her şey anlam kazanacak, gözlerin parıl parıl parlayacak, ayakların yere değmeyecek, anlamlar anlamlara sığmayacak ve sevmekten başka her şey anlamsız gelecek.”


Hayatınızdan sevgi, size bakarken parlayan gözler, sizinle anlamlanan gülüşler ve en güzeli sizi o bir adım gerideki çizgiye çekip sakinleştiren huzur hiç eksik olmasın. Sevgiyle çözemeyeceğiniz hiç bi’şey yok.  Daha uzun bir ömür için tuzu şekeri bilmem ama öfkeyi, kini bırakın. Sabrın sonu selamet dedikleri doğru. İnandıklarınızın peşinden koşmak doğru. Yüreğini bildiğinin öfkesinde kaybolmak değil çözüm, öfkesini söndürmek. Korkup kaçmak değil çözüm, kimsenin duramadığı yerde dimdik durmak.


Hiç unutmayın; “Sevgi, insanın panzehiri.”



Sonrası iyilik, güzellik. 

8 Şubat 2015 Pazar

"İsyan etme, kınama, dua et."

İsyan etme..

Sahip olamadıklarına, yitirdiklerine, özlediklerine, yaşadıklarına.. İsyan etme dediler hep. İsyan etme, bu senin sınavındır. Yüce gönüllü olma şansıdır. Daha fazlasına sabredilme, acıdan anlayabilme, başına gelenin bir başkasının başına gelmemesini dileyecek kadar yüce gönüllü olabilme şansıdır. Sorgulamaz mısın? Elbet sorgularsın, insanız neticede. Cevabı bulamadığında önce derin bir nefes almaya çalışırsın, düğüm düğüm yutkunmak zor elbet, kabullenirsin. Bu senin sınavın, isyan etme. Şükret kalanlara. Şükret ki şükrettikçe şükredeceklerin artsın. 

Kınama..

Başkasının başına geleni, hatalarını, yaşadıklarını.. Kınama dediler hep. Kınama, neyi kınarsan başına gelmeden ölmezsin. Sen eleştirdikçe, sen kınadıkça ne uzar ne kısalır karşındaki. Ama sen? Ağzın dolu dolu kınadığın o şeyleri gün olur ağlaya ağlaya yaşarsın. Kabul etmek gerek, kimse kusursuz değil. Büyüdükçe de kusursuzlaşmıyorsun. İnsan olduğumuz müddetçe doğrular da bizim için hatalar da. Hele bazıları öyle güzeldir ki seve seve yaparsın. Hepsi birer yol açar sana. Kimi yoldan gülerek geçersin kimi yoldan ağlayarak. İyisinden de ders alırsın kötüsünden de. Kimi kararlar aklını titretir kimileriyse kalbini.. Sen kınama, elini uzat. Elini uzat ki sana uzanan eller artsın.

Dua et..

Sağlığın, ailen, sevdiklerin, sahip olmak istediklerin için.. Dua et dediler hep. Dua et, tam yüreğinin içinden iste ne istiyorsan. Sığınacak bir şeyin olsun. Sımsıkı tutunduğun. İnancın ne olursa olsun dua, yürekten istemek demektir. Sen de onu yap, adını koymana gerek yok. Öyle yürekten iste ki duymayan kalmasın içindeki sesi. En önce de sen duy. Çünkü tüm duaların önce senin süzgecinden geçiyor. Senin gücünden, senin zayıflığından, senin bu hayata karşı verdiğin o savaşın süzgecinden geçiyor. Sen bugün düşersen, biriktirdiklerin seni kaldırır. İçinden gelerek iste. İçten iste ki sana da gelenlerin hepsi içten olsun.

Sen unutma bunu hiç sen..
                                                                               
"İsyan etme, kınama, dua et"