19 Ekim 2011 Çarşamba

"Bugün en çok kendimden utandım."

Bugün zor, bugün acı. Diğer günler gibi.
Bugün utandım kendimden. Şikayet etmelerimden, yapmaya üşenip söylendiklerimden, üzülüp ağladıklarımdan, sorun diye anlattıklarımdan.
Bugün en çok kendimden utandım.
Başımı yastığıma huzurla koyduğum tüm anlardan utandım. Yüzlerce can kan dökerken ben sıcacık yatağımda uyuyabildiğim için kendimden utandım.
Okuldan eve geldiğimde annemi " 24 çocuğum daha öldü." diye ağlarken bulduğumda utandım en çok.
Boğazıma kat kat düğümlenen ölümlerin nedensizliğinden, amaçsızlığından utandım.
Ben çok ölüm gördüm ailemde. Çok ölümler gördüm ülkemde.
Canım da yandı, nice canların yanışına da şahit oldum.
Milyonlarca şehidimize ağladığımız gibi ağlayacağız yine. Öfkeli, hırçın, çaresiz.
Sonunda sessiz.
Bir sürü insanın arasından geçtim bu gece. Acıyla, hırsla dolu.
Şehitlerime yaşıt bir sürü can gördüm bayrağına sarılıp yas tutan.
Ateş düştüğü yeri yakıyor ama en çok.
Keşke dinse acılar ben yürüdükçe, keşke o çocuklar orda can vermese ben haykırdıkça.
Keşke bu kadar kolay olabilse hepsi.
Ama değil.
Ailesi, arkadaşları, aşkları, hayatları, hayalleri olan binlerce şehite şehit kattık bugün de.
Bu ilk değil. Biliyorum son olmayacak.
Yapabildiğim dua edebilmek.
Yapabildiğim biraz olsun umut edebilmek.
Yapabildiğim kendimden utanabilmek.
Yapabildiğim ağlayabilmek.
Yapabildiğim susabilmek.
Yapabildiğim bildiğimi yutabilmek, bildiğimi sindirebilmek.
Ne acı..
Huzur içinde yatsın binlerce can, yüzlerce can.
Boynundan öpüp anaları, yeni uyutmuş gibi..

28 Ağustos 2011 Pazar

" Yafta "

Zorlanıyorum.
İnsanlığımı korumakta çok zorlanıyorum bazen.

Anlamaya çalışmaktan, affetmeye çalışmaktan çok yoruluyorum.
Nasıl da kolay yaftalıyoruz birbirimizi.
Sormadan, anlamadan, dinlemeden.
Kulaktan dolma, gözünle görmeden, aklını kalbini verip karşına alıp dinlemeden yap yorumunu at kenara.
Arkadaşlık ne ki?
Bırak gitsin işte "kendince" doğru bulmadığında bir şeyi.
Hep gidendedir ya suçun en büyüğü. Bilirsin, eminsin yanlış yaptığına.
Hiç duymamışsındır aslında ne yaşandı ne bitti.Nasıl yandı canlar. Nasıl zor gelindi bu zamanlara.
Sonuna bakarsın bir tek işte. Kim gitti? Al sana günah keçisi.
Hele bir de devam ettiyse hayatına. Hele bir de mutlu olabildiyse, nefes alabildiyse..
Ondan kötüsü niye olsun ki? Benimki de laf işte..
İlişki iki kişilik ayrılık dediğinse eleştiri meydanı.
Kim kimi görmüş kim kime ne demiş biri beğenmiş biri kınamış biri dönmüş arkasını biri gelmiş yanına..
Arkadaşlık ne ki? 

Alırsın sahilden en zayıf, yüklerinden yassılaşmış taşı, yazarsın üzerine 'iyi' 'kötü' diye. Bu kadar hızlı çünkü karar vermek. 
Fırlatırsın var gücünle denize. Her eleştirinde bir kere daha seker, gururlanırsın.
Sonra ne olur arkadaşım? Senin taş en dipte. İzin bile kalmamış denizin üzerinde.

Boğulmuşsun bencilliğinde.
Herkesin ağzında en büyük laflar, en büyük haklar.
Yakalayabildiğin yerinden çek çekiştir. Vur gitsin.
Kimseyi tanımadığım, kimsenin beni tanımadığı bir yere gitmek istiyorum böyle zamanlarda. 
Ama sonra bir bakıyorum.Tanıdığımı sandığım bir sürü insanı zaten tanımıyorum ki. Burası da yeni yani. 
Şimdi başladığım hayat, yürüdüğüm bu sokaklar, büyüdüğüm bu şehir yeni..
Ben yeniyim. 
Ben başkayım. 
Ben iyiyim. Hem de çok iyiyim. 
Hani taşlamaktan fırsat kalır da halimi hatrımı sorarsanız diye.. 
İyiyim ben. Hem de çok. 
Siz de iyi olmaya çalışın. 
İnanın tarifsiz.

Halil Sezai Paracıkoğlu - Fırtına

4 Ağustos 2011 Perşembe

" Ezber Bozan "

Zamansız, plansız, koşulsuz. Biraz ürkütücü biraz da heyecanlı.Ama en çok ta bilinmedik bir şey.Kötülükleri silen, yanlışları götüren, leke tutmayan..
Sadece bir dilek tuttum, üfledim beni yakan tüm mumları..Onlar söndü ben aydınlandım.
Görebildiğim, duyabildiğim tek bir şey var bu kez.
Derin bir nefes alıyorum gözlerimi kapatıp.Huzurlu çok..
Doğrusu yanlışı tersi düzü yok bunun.
Yargılaması, eleştirmesi kolay.En zoru yaşaması..
Anlatabilmesinden çok anlayabilmesi hatta.
En yakınından en uzağına kadar binlerce kelime dolanır ayağına.
Ya takılır düşersin yada daha da güçlenirsin.
Başım dik, vicdanım rahat.
İnsan en çok kendisini duymalı, en çok kendisini dinlemeli.
Bozup ezberlerini yeniden yaratabilmeli içini.
Korkmadan, bıkmadan..
Ben bunu yapıyorum evet. 
Sildim doğrularımı yanlışlarımı. Yaşadıkça yazıyorum yenilerini, çiziyorum yolumu.
Kendimi sınırlandırarak değil, sınırlarımı başkalaştırarak.. 
Ruhumuzu özgürleştirmenin sırrı içimizde, iki dudağımızın arasında tam da.


"Kader..Ne güzel tesadüflerle de dolu.."

21 Temmuz 2011 Perşembe

"Dinle Beni.."

Kapat gözlerini.
Duyma, dinleme, güvenme, inanma.Bir de bağlanma hiç.Kapat gözlerini inan böyle daha mutlu.
Doğrusu yanlışı derken bak bir şey kalmamış ortada.Kendinden başka tutunacak bir şeyin kalmamış.
Ama hep demedi mi birileri?Dinlemedik.
Bak şimdi kapattım gözlerimi bende çünkü ancak böyle masumum.Böyle sakinim.
Bencillikleriyle yakmıyor mu insanlar birbirini zaten?Bir kere de bırak biz yakalım kendimizi.
Kapatalım gözlerimizi olsun ne oluyorsa.İnan böyle daha huzurlu..



23 Haziran 2011 Perşembe

" Hayat Ağacı "

Ardımda kalan binlerce hikaye, binlerce kelime var.Buram buram hayat kokuyor hepsi, yaşanmışlık.Sevmeye, özlemeye, inanmaya, anlamaya adanmış binlerce de anım var benim.
Ve onlarca hatam.Beni büyüten, sessizleştiren, boğazımı düğümleyen..Yada onlarca doğrum hatırladıkça içimi temize çeken.
Korkularım var benim.Köşe bucak kaçtığım, küçücük kaldığım, tir tir titrediğim.Baş edemediğim her anda koşarak uzaklaşmak istediğim,en içimde volkanlar patlatan korkularım hemde.Hemen ışığı yakarım diner kalp atışlarım biraz olsun.
Yenilgilerim var adımlarımı yavaşlatan.Hevesimi kırıp, hırsımı çalan.Üzüldükçe hırçınlaştırıp daha da içine çeken.
Başarılarım var söz edemediğim, kabul edemediğim ama içten içe sevindiğim.
Acılarım var yüreğimin tam ortasından tüm vücuduma yayılan.Nefes aldıkça göğüs kafesimi sıkıştıran.Gözlerimi kapadığımda aklıma dolanan, çekip atamadığım, silip unutamadığım..
Mutluluklarım var gözlerimin içini güldüren, önümü aydınlatan.
Heyecanlarım var, dur durak bilmeyen, nefesimi kesen.
Ailem var canımdan öte, sımsıcak.
Arkadaşlarım var başka başka renklerde başka başka tonlarda.Hayatıma en güzel izleri bırakan.
Bir de ben varım..
Geçtim aynanın karşına bakıyorum kendime.Gülünce beliren gamzelerime, gözlerimin kenarındaki sevinçlerime, dudağımın kenarındaki üzüntülerime.
Ellerime bakıyorum, anılarıma.Çocukluk izlerime, bisiklet kazama, en acı tesadüflerime.
Ağaçlara tırmanmaktan yara bere bacaklarıma bakıyorum.
Küçüklüğümün izlerine dokunuyorum bir bir.Masumluğumun..
Kapadım gözlerimi, en sevdiğim balonumu hayal ettim.
Rüzgar yavaş yavaş sıyırdı bileğimden ipini, karıştım gökyüzüne.
Büyüdükçe daha mı zor gökyüzüne karışmak? 
Korktum.
Hemen açtım gözlerimi.
Anladım ki zormuş çok.

22 Haziran 2011 Çarşamba

...

" Elinden ne gelecek ki? Ne onun ne benim.Rüyalarımız kaderimizden kopuk olabilir mi? Dahası, üst üste hep aynı rüyayı görmemin bir sebebi olmalı diye düşünüyorum.Madem ki kırk gecedir bu rüyayı görmekteyim, elbette açılacak hikmeti, gördüklerimin neye alamet olduğunu öğreneceğim, ya şimdi ya da yakında.Başlangıcı geceden geceye değişse de sonu hep aynı kalıyor.Sanki rüya bir koca bina ve ben her gece farklı bir kapıdan giriyorum oraya. "


                                                                                                Elif Şafak-Aşk
                                                                                            Rumi, 15 Ekim 1244

20 Haziran 2011 Pazartesi

" İnsanlık Öyküsü "

Kendine yenik, kendine kızgın, kendine söz geçiremeyen..Üzerimize biçilmiş insanlık hallerinin en anlaşılmazları.Nereye gidersen git, ne kadar kitap okursan oku, ne kadar yer ne kadar yüz görürsen gör farketmez. Bir şey gelip yerleşir insanın en içine. Neresi olduğunu bile bilemediğin bir yere ne olduğunu bile bilmediğin bir şey..Yoran, acıtan, hırçınlaştıran buna rağmen heyecanlandıran.Uzaklaşamadığın yada sadece bundan bile korktuğun için daha da sıkı tutmaya çalıştığın.Her seferinde biraz daha karıştırıp ipleri birbirine, hayatında en sevebileceğin düğümü yarattığın..Dengelerinin şaşması, aklının karışması, dünyanın başına bir yıkılıp bir yeniden aydınlanması, hızlı hızlı nefesler alıp korka korka yaşanması, gidilememesi, kalınamaması.Ve bunlara dayanılamaması. Bir bedene sığınmış binlerce duygu.Belki de yaşayan en ürkütücü varlıklar biziz bu yüzden ama aynı zamanda da en masum. Hiç birinin suç hiç birinin günah olmadığı duyguların varlığı içimizi bir yandan yakarken bir yandan açıyor.Hem nefesimizi kesiyor hem nefes aldırıyor. Hem çok acıtıyor hem çok sevdiriyor. Hem yoruyor hem dinlendiriyor. En çelişkili halleri en güzel oyununa dönüşüveriyor, usanmadan sabahtan akşama kadar oynadığın.Kendini alıp yemek bile yiyemediğin su bile içemediğin çocukluğunun en heyecanlı oyunlarından biri gibi. Akşam olup yastığına başını koyduğunda yorgunluktan her yanın sızlarken bile gülümsetip, gözlerini sımsıkı kapattırıp sabahı iple çektiren o oyunlardan hani. Bir türlü vazgeçemediğin, kopamadığın, aklından çıkaramadığın.Korkutuyor beni ama şimdi bunlar. Bu çocukça oyunlarım, kontrolsüz sığınışlarım, kaçamayışlarım.Korkutuyor insanlığım, vicdanlılığım, bencilliğim. Ama damarlarımda dolaşan bu bambaşka öykü yine de çok huzurlu..


Ve dinleyelim : Yasmin Levy - Me Voy

18 Haziran 2011 Cumartesi

" Ellerimde "

Ellerimde zaman çiçekleri.
Bir yaprak koparıyorum, bir yaprak daha, bir tane daha..
Her yaprakta yeni bir heyecan yeni bir merak.
Cevabı hiç gelmeyecek soruların sessiz telaşı.
Birbirleriyle yarışıyorlar.
Bir cümle, bir anı, bir hikaye, bir koku, bir gülüş, bir bakış, bir ses..
Rüzgara kapılmış gibi uçuşuyorlar ellerimden etrafa.
Saçlarımın arasından geçip içimi ısıtıyorlar..

16 Haziran 2011 Perşembe

" Aynı bedende başka bir kadın "

Bir sabah uyanıyor aynı bedende başka bir kadın . Her gün daha başka. Tanıdıkça daha başka. Sevdikçe daha başka. Alıştıkça bambaşka. Renkleri başka, sesleri başka. Aynaya hep aynı yüz yansıyıp kırılıyor, paramparça..Biraz yorgun gibi bugün. Bir kahve, biraz kitap, biraz müzik. İyi gelir gibi ruhuna. Sarıp sarmalamasa da işler içine, ısıtır. Kaçıp kaçıp kendini dinleyesi gelir. Daha uzak, daha hafif sanki hep. Aynı bedende bu kez daha yorucu daha kalabalık. Kalabalıklaştıkça da yalnız. Kendine yenildikçe daha çaresiz. Konuşamadıkça içi çığlık çığlığa. Sağır eder tüm sessizlikleri bir kulak verseniz. Bir kadın.. Şimdi başka bir kadın.. Ellerinde yüreği, saçılmış etrafa korkuları. Biri dokunsa karışacak hepsi birbirine. Daha da içinden çıkılmaz. Ürkek, sessiz, sakin. Hızlı hızlı adımlar atıyor bir anda duruyor. O kadar ani ki duruşu nefesi kesiliyor. Bilmiyor baş etmeyi, direnmeyi yada bir adım daha atabilmeyi. İleri gitmek istersen geri dönüyor kendine. Ne kadar dönse de hep aynı yerde. Kaçtıkça orda, sustukça orda, kabullenmedikçe orda. Öfkelerden öykülere..Geçişler çok kontrolsüz.

" Kapat kapıları, yak hayallerini "

Yazıp yazıp siliyorum. 
Hadi şimdi söyle diyorum kendime. Bırak dökülsün ne varsa içinden.
Var mı ki cesaretim, inancım?
En iyisi kaçacak yer aramak. 
Bir avazda tutup nefesimi.. Gitmek gitmek en uzaklara.
Kapatıyorum gözlerimi sımsıkı. Bir sürü şey diliyorum.
Alıp kendimi kendimden, başka başka yerlere koyuyorum.
Öyle güzel oluyorum ki açmak istemiyorum gözlerimi.
Açarsam biter, kapılarım bir bir kapanır diye.
Tam kapanırken tutabilsem diyorum.İçimde öyle büyük bir heyecan var ki..
Sonra korkuyorum arkasındakilerden.
İçeri girip kapıyı arkamdan kapatabilecek miyim?
Huzurlu, mutlu, telaşsız..
Ah vicdanımdan arınıp kalbime sığınabilsem bi ah..
Düşünemeden, kontrolsüzce ardına kadar açtığım kapılardan en çok ben korkuyorum.
Gözümü alan ışığından en çok ben sakınıyorum.
Başka yerlere bakıyorum. Ama gözüm hep orda. 
Azalıyor gitgide açıklık.. Kapatan ben değilim üstelik.
Eğer tutamazsam, karanlık..
Ama anladım ki sadece bana karanlık.
Ben tutamıyorum, hepsi hızlıca kapanıyor işte..
Bir tane daha, bir tane daha..
Bir tane daha..
..

15 Mayıs 2011 Pazar

" Gri "

Gitgide griye dönüyor gökyüzü. Hava serinledi mi ? Ben biraz üşüyorum..
Kelimeler kilitlenmiş büyük tahta kapıların ardına. Tozlu, eski, kırık dökük.
Çatlaklarından bakmaya çalışıyorum kapının ardına. Gözlerimi kocaman açmışım ne görsem kâr.
Bir kaç eşya, biraz da hatıra. Sadece bakabiliyorum, dokunamıyorum ki hiç birine o daracık aralıktan.
Paslanmış, demir bir kilit vurulmuş içime.
Hava serinledi mi ? Ben biraz üşüyorum da..
Bulanık bulanık renkler sanki şimdi, gözlerim bozuluyor galiba iyice. Nefesim de daralıyor, hala iyileşemedim demek ki. Ama zor böyle dengesiz, böyle gri zamanlarda iyi olmak. Zor..
Zaten üşüyorum ben. Hava serinledi mi?
İşte yağmur da başladı.
Sokakta yalnız bir kadın yürüyor ağır ağır.
Sırılsıklam olmuş bile, onun yağmuru çoktan başlamış gibi.
Sular damlıyor saçlarından, ellerinden, gözlerinden.
Hiç hızlanmıyor adımları. Daha çok ıslansa içi arınacak sanki.
Akıp gidecek korkuları, acıları. Kaybettiklerinin yükü suya karışıp yok olacak.
Hava serinliyor. Çok üşüyecek daha..
Bir şarkı takılıyor dilime. Hafif bir rüzgar gibi dokunup geçiyor bana. Tüylerim diken diken.
Aklıma ilk gelen 2 dilek.
Dileğimi ağaca bağlarken bu şarkıyı mı mırıldanıyordum acaba? 
Ne garip. Hem üşümüyordum da o zaman.
Bak işte yine oldu. Rüyanın en güzel yerinde uyandım. Az biraz hatırlıyorum sanki. Yazmaya kalsam sığmaz buralara.
Gözlerimi sımsıkı kapasam kaldığım yerden devam edebilir miyim?
Ama yok..Uyumak zor. Üşüyorum da. 
Hava sizce de serinlemedi mi?









12 Mayıs 2011 Perşembe

Bir dilek, bin huzur!

Her gün yeni bir şey öğreniyorum. 
Şaşkınlıkla bakıyorum insanların davranışlarına.
İçten pazarlıklı hallerine, riyakarlıklarına.
Hırs bürümüş ruhlarının hayata böylesine karışabilmesi boğazımı düğümlüyor.
Bilmiyorlar ki kemirir insanı hırsın fazlası, yalnızlaştırır.
Ama umurlarında mı? Varsa yoksa kendileri, bencillikleri, çıkarları.
Kısacası "zavallılıkları."
Sevmiyorum insanın kin tutanını.
Yalan söyleyenini, yüzüne gülüp arkandan konuşanını.
Gözünün içine baka baka aklından geçeni saklayanını.
Beni bile korkutuyor varlıkları, onlar kendilerine nasıl tahammül edebiliyorlar? Ne acı..
Her an kendinde boğulmak, kendinde tükenmek ne acı..
Şükrediyorum ki böylelerini hayatıma almıyorum sadece dokunup geçiyorum. 
Şükrediyorum ki gözüne baktığımda içini okuduğum insanlar yaşatıyorum yakınımda.
İyi ki varlar iyi ki.
Bu huzuru hissedebilmeyi o küçücük insanlara da diliyorum, kendilerini yenebilirlerse..


3 Mayıs 2011 Salı

Annem annem cici annem ♥

            Bizi dünyaya getiren, pamuklara sarıp sarmalayan, büyüten, her zaman yanımızda olan canım annemizin doğum günü bugün. 
          İçimizin içimize sığmadığı, şunu da mı yapsak, bunu da mı alsak diye heyecanlandığımız gün.
                     Çünkü biz bu güzel kadına ne yapsak az.
          Neşesi, eğlencesi ile her zaman ışık saçan, kendinden önce hep bizi düşünen, ateşlendiğimizde sabaha kadar başımızda bekleyen, derdimize ortak olup bizimle ağlayan, en mucize çözümleri üreten, sevincimizi görüp kahkahalarımıza eşlik eden, sabırla, sevgiyle hayatımızı güzelleştiren bitanecik annemiz iyi ki doğmuşsun..
                                                                    İyi ki bizim annemiz olmuşsun..
          Sevgiyi, saygıyı, zarifliği, zevkli ve becerikli olmayı, en önemlisi mutlulukla yaşamayı bize aşılayan, varlığımızın en güzel sebebine ne kadar teşekkür etsek yetmez.
                    İdil ve ben çok şanslıyız senin çocukların olduğumuz için.
           Bu zamana kadar olduğu gibi, bundan sonraki nice yıllarımızı da sağlıkla, sevgiyle, huzurla, hep birlikte geçirmek dileğiyle..
                                                            "Seni çok çok çok seviyoruz."


                                                                                         Işıl & İdil

 


7 Nisan 2011 Perşembe

Çok şey mi diliyorum?

Çocuk olmak dünyanın en hafif şeyi olmalı. 
En masum, en güzel. 
Tek derdin parktaki oyuncaklar, bahçedeki çocuklar, bakkaldaki renkli toplar olduğu harikalar diyarı.
Altında ezildiğimiz sorumluluklarımızdan uzak, yarını düşünmeden..
Büyüdükçe boğuluyor sanki ruhumuz. Özgürlüğümüzü elimize aldıkça daha küçük dünya.
Hayata karışırken başımızı kaldırıp sakince bakamadığımız gökyüzünde çocukluğumuzun en renkli uçurtmaları.
Gözlerimizin parlaması için bir minik şeker yetebilse keşke şimdi de.
Bildiğimiz en büyük acı dizimizdeki yara, en kötü şey oyuncağımızın kırılması olsa.
Çok mu şey diliyorum diyorum. Oysa daha dün gibi. 
Daha dün küçücüktüm. Daha dün özgürdüm.
Açsam şu kapıyı, uçurtmamın peşinden koşsam düşünmeden.
Omzumdaki yüklerden kurtulana kadar koşsam.
Durmadan, her şeyden uzaklaşana kadar.
'Görünmeyen' olana kadar.
Çok mu şey diliyorum?





3 Nisan 2011 Pazar

Başka başkayım.

Ben bir balonum.
Hayat yağıyor üzerime damla damla, yükselemiyorum.
Gülümsetiyorum, korkutuyorum kimi zaman.
Pamuk ipliğindeyim. 
Bir varım, bir yokum.


Ben eski bir evim.
Öykülerim duvarlarımda asılı.
Kırık dökük hayallerimdir içimdeki eşyalarım.
Bir sarsıntıya daha dayanmaz yüreğim, yıkılırım. 
Bir varım, bir yokum.


Ben bir kitabım.
Sayfalarım sararmış, kelimelerim bulanık.
Öyle bir ateş düşer ki içime, yanarım.
Bir varım, bir yokum.


Ben bir bardak suyum.
Berrak, durgun.
Bir yudumda içer beni hatalarım kana kana.
Bir varım, bir yokum.


Ben bir insanım.
Korkutur beni vicdanım, duygularım.
Ağlarım, gülerim, severim, sevilirim.
Yakarım hayallerimi, ısınırım.
Bir varım, bir yokum.


Ben bir..
Ben bir..
Ben bir..
Ben..
..

13 Mart 2011 Pazar

"Masal Kelebeği"

Bir yer hayal edin.
Tüm gürültüden, karmaşadan uzak.
Upuzun bir yolun ardından görünen bir masal köyü.
Bir köprüyle adım atıyorum gölün kenarındaki bu sakin, huzurlu yere.
Sevgiyle bakan, gülümseyen tanımadığım bir sürü insan.
Gölde ördekler, karabataklar bir var bir yok.
Mis gibi gözlemeler, sıcacık çaylar.
Şirin köpekler, kibirli kediler.. Birlikte doymanın tarifsiz huzuru.
Yürüyorum sokaklarında, odun kokusu sarmış yanık yanık.
Bir ses yankılanıyor bir anda, tüm köyü çevreliyor.
İsmail kızı Fatma'nın düğün yemeği. Herkes davetli.
Yürümeye devam ediyorum.
En kenarından gölün, sular bana yaklaşıyor ben kendime..
Balık ağlarını açıyor yaşlıca bir kadın. Elleri yaşlı, yüzü yaşlı..
Bırakıyor işini bir an, hoş geldiniz diyor gözleri pırıl pırıl.
Ruhuma dokunuyor..
Eski evleri geçiyorum, yaşanmışlık akıyor her yanından.
İçime karışıyor hikayeleri, eskimiş ahşap pencereleri, rengarenk kapıları..
Kimler dokunmuş duvarlarına, nelere şahit olmuş kim bilir..
Eski evleri içinde yaşayanlar ayakta tutarmış. Boş kalınca duramazlarmış öyle dimdik, kendilerinden emin.
İnanıyorum ilerledikçe, yalnız ve yıkık evler yüreğimi sızlattıkça..
Suyun içinden yükselen ağaçlar, sonsuz yansımaları takılıyor gözüme. Sanki başlangıçları yok. Başladığım yere döndürmeyecek gibi sığınsam..
Oradan oraya koşuşturan küçük çocuklar beliriyor etrafımda.
Ellerinde pembe pamuk şekerler, gözlerinde heyecan.
Bir telaş başlıyor yürüdükçe.
Daracık bir sokak, art arda dizilmiş sonu görünmeyen masalar, neşeyle yemek yiyen bir sürü insan.
Düğün yemeği budur işte.
Çocuklar, gülümsemeler, mis gibi kokular, keyifli sohbetler.
En ileride kocaman kazanlar, kaşık kaşık hayat doluyor bir bir herkesin tabağına.
Şaşırıyorum, imreniyorum, içimi garip bir duygu ele geçiriyor. 
İçten, masum.
Davet ediyorlar bizi de, tanımadan, bilmeden ve bunu hiç önemsemeden, karşılıksız..
Böyle yaşayan insanların varlığı doyuruyor beni.
Bir minik kız.
Almış tepsisini, bir evin merdivenlerinde oturmuş.
İsmi Kader. 
Ne ağır diyorum içimden. Kaderinde Kader olmak ne ağır.
Ama öyle hafif bakıyor ki gözleri, tek bildiği o an, hızlı hızlı yediği yemeği.
Bulanık sudan yansıyan pırıl pırıl bir güneş önce gözümü alıyor. Sonra aklımı..
Nefes alıyorum derin derin. Huzur doluyorum.
Kitabımı kapatıyorum. Evime dönüyorum, bu defa içimde bir masal kelebeği..













Fotoğraflar canım arkadaşım Ceyhan Bekiroğlu'na aittir. Sonsuz teşekkürler, sevgiler, kalpler (:


Gölyazı Köyü / Bursa


11 Mart 2011 Cuma

"Gidemeyiş"

Bir adım daha atsa dönemeyecek biliyor. 
Susuyor. 
En çok yaptığı şey susup gülümsemek belki. Daha iyisini  beceremiyor..
Minik bir kız çocuğu.
İçinde rengarenk balonlar, oyuncaklar, canavar cüceler, korkular, heyecanlar..
Bir adım daha atsa kaybolacak biliyor.
Susuyor.
Her sarılışı gider gibi ama hep geri dönüyor.
Gülümsüyor..


İncelikler Yüzünden

2 Mart 2011 Çarşamba

"Hayallerinize Erişim Mahkeme Kararıyla Engellenmiştir."



     Bugün heyecanla blogumu açtığımda görmeyi hiç istemediğim bir yazıyla karşılaştım. Sayfayı yeniledim yeniledim , hep aynı. 
     Okumanın, düşünmenin, yazmanın gitgide azaldığı bir toplumda hala bir şeyleri unutmayan insanların varlığı beni rahatlatıyordu. 
     Çok kısa süredir blog sahibiyim ama bugün en sevdiğim oyuncağım alınmış gibi hissediyorum.

      Binlerce blog demek binlerce insan demek.
      Binlerce hayat, binlerce hayal demek.
      Söylenecek binlerce söz, yazılacak binlerce kelime demek.

      
      Birkaç sönük balon yüzünden bugün gökyüzüne giden binlerce balon patlatıldı.
      Bilgisayarımın dns ayarlarını değiştirmektense eli iğnelere giden kafaların ayarlarını değiştirebilsem keşke..
      
      Digiturk "Hayallerine Dokun" demiş ama ..
      "Hayallerinize Erişim Mahkeme Kararıyla Engellenmiştir."

27 Şubat 2011 Pazar

En Çok.

En çok neyi kontrol edebiliriz hayatımızdaki? En çok hangisine yeter sabrımız, gücümüz? Bu yorucu ve acımasız düzenin en sıkı neresinden tutarsak kaybetmeyiz?
Aklımızın içindeki sonsuz olasılıkları neyle durdurabiliriz ki?
Öyle çok düşünmesek mesela, düşündüklerimiz bizi zorlaştırmasa diyorum. Daha mı mutlu olurduk? 
Olamazdık ki.
O zaman da ne iyiliği anlardık ne kötülüğü . Ne sevdiklerimizin acısını ne de varlıklarının verdiği huzuru. Eksilmeden anlamıyor insan, tamamlayamıyor kendini. 
Ama bir yandan da susturamıyorum içimdeki sesleri.
Bu haksızlığın içinde bunları düşünüp anlamaya çalışmak delilik diyorum!
İnsanların çıkarcılığı, vefasızlığı, bencilliği, kötülüğü .. Farkına varmadan, duymadan, görmeden yaşanmaz.
Nasıl ki birilerini sevmeden, birşeylere inanmadan, sığınmadan yaşayamıyorsak.
Ama öyle adaletsiz ki sorgulamadan duramıyor insan.
Kimi bile bile bekliyor ölümü, kimisi anlamadan bilmeden ölüyor.
Kimisi dolu dolu yaşıyor hayatını herşeyi tamamlıyor gitmeden, kimisi daha hayallerini bile kurmaya yeni başlamışken.
Kimi uzun uzun yıllar yaşıyor, kimisi daha doğmadan ölüyor.
Kimi kendini öldürüyor, kimisini bir başkası belki de kendi kanından kendi canından..
Şimdi yine sormadan edemiyorum işte.
En çok hangisine yeter sabrımız, gücümüz? 


Yann Tiersen - Goodbye Lenin Summer'78

26 Şubat 2011 Cumartesi

Sevgiler, kalpler..♥

Günlerdir öyle güzel şeyler duyuyorum ki kocaman bir gülümsemeyle dolaşıyorum. İçimdekilerin başkalarında böylesine karşılık bulması çok etkileyici bir duyguymuş. Sizlerle öğreniyorum. İçten tüm tebrikler ve iyi dilekler için aileme, arkadaşlarıma ve sevdiğim herkese çok teşekkür ediyorum. Daha harika hissedemezdim , iyi ki varsınız!

25 Şubat 2011 Cuma

Canım Taçlarım!

Böyle şeyler yapmayı annemden öğrendim , hala da öğreniyorum :) Bu tacı yılbaşında yapıp sevdiklerime hediye ettim. Bu da ablamınki :)


Bu tacı ben , tokayı ise ablam yaptı :)



 Tasarım: Biatelien Tasarım Dükkan Bulgan Kaya.

24 Şubat 2011 Perşembe

Bir nefes aldım , biraz ara verdim.

Biraz daha duruldum , biraz daha kendime döndüm. 
Yalanları , samimiyetsizlikleri eledim. 
Doğru ya da yanlış ayrımı yapmadım , içten olanlara sarıldım.
Bir kalem aldım elime eksiğini fazlasını yazdım bir kağıda. 
Fazlalıkları kestim , eksiklere yapıştırdım tamamladım.
Bir nefes aldım , biraz ara verdim.
Özledim , pişman oldum , kırıldım , üzüldüm , yanıldım.
Devam ettim.
Yazdıkça yükseldi duvarlarım , azaldı şaşkınlığım.
Ölçtüm tarttım , hakettiğini biçtim herkese.
Giydirdim kalıplarımı bir bir baktım. Nasıl da tam oturdular.
Kötüsünü ayıkladım , iyisini sevdim.
Daha çok sevdim.
Mutlu oldum , güldüm , sevindim , tamamlandım , yanılmadım.
Ben bugün biraz daha büyüdüm.

22 Şubat 2011 Salı

İçimdeki Zaman Kelebekleri

Herkesin bir hikayesi var. Yüzlerdeki izler çok gülmekten midir ağlamaktan mıdır bilinmez. Hepsi birer kelimesi hikayelerinin. Tanımadığım insanların yüzlerine bakıyorum , gözlerine , ellerine , hareketlerini inceliyorum. Ne iş yaparlar , mutlular mı , acı mı çekiyorlar  , çok mu yoruluyorlar ? Hayatlarını merak ederim hep. Hikayelerini.. Bir oyun gibi şunu geç , bunu da bunu da .. evet işte bu. Bu kadın acaba nasıl yaşamıştır hayatını dedim içimden. Yüzünde bir gülümseme yol boyunca. Gözleri öyle olmasa da.. Onu sürekli azarlayan yanındaki adama rağmen hep bir gülümseme. Onu dinlemiyor sanki hiç , gülümseyerek bakıyor. Dışarıya , insanlara , o adama. O da benim gibi bir oyun mu oynuyordur acaba aklında. Belki gerçekten duymuyor o adamı , ağzından çıkan kelimelere aydınlıklar konduruyor, onları duyuyor, onlara gülümsüyor belki. Yüzüne başkasının yüzünü koyuyordur belki , eskiden aşık olduğu kim bilir.. Hayal etmeye çalışıyorum gençliğini. İçimde bir zaman kelebeği.. Bir an göz göze geliyoruz o da bakıyor bana. Sonra yine dışarıya bakmaya devam ediyor , gülümseyerek tabi.. 

21 Şubat 2011 Pazartesi

Nokta

Bedenime sığınmış özgür ruhum, çırpın çırpınabildiğin kadar. 
Nereye kadar gideceğiz biz seninle?
Ürkek adımlarım, sabırsız yüreğim peki ya sizinle? 
Beni yoran ama ruhumu da bir o kadar hırçınlaştıran tarifsiz endişelerim.. 
Çıkmışım bedenimden yukarıdan bakıyorum şimdi kendime. Bu mutsuz, bu cesaretsiz, bu korkulu halime.. 
Küçülüyorum baktıkça, küçülüyorum sorguladıkça, minicik oluyorum, ufacık bir noktayım hatta şimdi bak. 
Bir küçük nokta neye yarar şimdi? 
Neyim sonuyum? 
Kaç ayrılığın, kaç hayatın, kaç arkadaşlığın sonundayım? 
Ya da hangi romanın en heyecanlı cümlesini bitirdim? Hangi mutluluklara eklendim ya da hangi suskunluklara? 
Bir minicik noktayım ben, uçsuz bucaksız ruhumla, korkak yüreğimle. 
Kocaman hikâyelerin en sonundayım, hepsini yüklendim getirdim. Hep bitirdim, yitirdim. 
Ben hepsini yaptım da minicik halimle, bir başlangıca konamadım gitti.

İlk..

Bir yazı yazdım 14 yıl sonra, içimde bir sürü şey yer değiştirdi. Hep benimle olsun..
**


Kaç sene olmuş ki..
Koşup sarılmayalı, görmeyeli, sesini duymayalı, bilmeyeli kaç sene..
Hiç dokunamadığım bir şey bu içimde. Hem çok canımdan, hem de çok uzağımdan bir şey. Bir türlü tam olarak sahip olamadığım hiç de vazgeçemediğim bir duygu bir babanın kızı olmak..
Nasıl olurduk ki?
Sever miydik birbirimizi çok?
 Anlaşabilir miydik?
Ne hissederdim şimdi bu yaşımda yanına geldiğimde?
Bilemem ki..
Sadece 1 saniye olsun bunu hissedebilmeyi nelere değişmem..
Bak şimdi ben büyüdüm baba, her gün biraz daha büyüyorum.
Sen yoksun ama büyüyorum işte ben.
Eksik, kırgın, pişman..
Bir sürü korkularım var benim biliyor musun? Ve bir sürü hayallerim.
Bir hayatım var içinde isminin çok az anıldığı, resimlerinin asıldığı.
Ağladığım çok şey oldu ya da güldüğüm, çok sevindiğim peki ya bunları biliyor musun?
Benimle misin?
Hep beni daha az sevdiğini düşünürdüm, bu yüzden anılarımızın az olduğunu, bu yüzden gittiğini.
Seni unutmuş gibi davranıyorum, seni hatırlamıyorum.
Beni çok acıtmasından korkuyorum bu yokluğun, çok yormasından.
Ben küçücüktüm, bildiklerim de, yokluğun da hepsi küçücüktü.
Benimle büyüyor sanki bu eksiklik, benimle derinleşiyor.
40 mum yanarmış insanın yüreğinde birini kaybettiğinde. Her gün bir tanesi sönermiş. Acın azalırmış. Ta ki son muma kadar. O hiç sönmezmiş, unutma kaybını, acını, anılarını diye.
Ben her gün yeni bir mum yakıyorum yüreğime baba, her gün yeni bir mum..
Nasıl soğur içim..
Senin parçanım ben, sana ait,senden.. Ama nasıl da yabancıyız, nasıl da uzak.
Nasıldı kokun, sevgin, şefkatin?
Tanıyamadık biz birbirimizi baba.
Hiç bilemedik.
Anlatacak o kadar çok şeyim var ki sana. Bazen çok mutluyum mesela, bazen çok üzgün. Çok korkuyorum bazı şeylerden kimi zaman. Zayıf biri oluyorum gitgide.
Öyle çok şey var ki bilmen gereken, dinlemen gereken.
Söylemeye fırsatım olmayan kaç cümlem var, geç kalmış kaç kelimem.
Bugün zor, bugün siyah bize..
Ailemize..
Sana bir çiçek bir de yetim kelimelerimi getirdim bugün.
Doya doya yaşayamasam da, pek bilemesem ve hatırlayamasam da
Seni çok özlüyorum babacım.
Ve çok seviyorum.
Yeniden sarılabilmek dileğiyle..
 
Şubat 7.


Ve yayınlanan yazımın linki de budur  -->  http://t.co/PPteq1F